Salı, Kasım 22, 2005

Basbakanin Senmdinli'de karsilastigi tablo

Başbakan'ın Şemdinli'de karşılaştığı tablo



Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Şemdinli, Yüksekova ve Hakkâri'ye "ani ve hızlı" bir ziyaret yaptı. Başbakan'a bu bir günlük gezisinde Adalet Bakanı Cemil Çiçek ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu eşlik ettiler.
Şemdinli'den başlayıp Yüksekova ve Hakkâri'ye yayılan olayların üzerinden 10 günden fazla süre geçmesine karşın, Başbakan ve bakanlar, bölgeye ancak dün gittiler. Bu gecikmiş bir ziyaretti.
DYP lideri Mehmet Ağar ve CHP lideri Deniz Baykal başta olmak üzere muhalefetin, Başbakan'ı ve bakanları olaylara ilgisiz kalmakla suçlamaları ve yurtdışı seyahatlerine bol zaman ayıran Erdoğan'ın, Hakkâri'yi, Şemdinli'yi, Yüksekova'yı görmezlikten geldiğini vurgulamalarının da bu hızlı ziyarette etkisi bulunmuş olabilir.
Sorunları yerinde incelemek için bir güne sıkıştırılmış üç ziyaretin yeterli olmayacağı açıktır.
Ayrıca İçişleri Bakanı, Başbakan'ı beklemeden de bölgeye gidebilir ve daha uzun kalarak, durumu yerinde saptayabilirdi.

Kürt söylemi
Erdoğan'ın Şemdinli'de karşılaştığı tablo, sorunun esası ve boyutları hakkında da fikir veriyordu. Başbakan, kendisini ellerinde pankartlarla karşılayanların PKK yanlısı tavırlarından rahatsız oldu. Gençlerden pankartları indirmelerini istedi. Slogan atanları belediye başkanları susturdu.
Daha önceki toplantı ve yürüyüşlerde yansıtıldığı kadar açık ve yoğun olmasa da Başbakan'ı dinlemeye gelenlerin pankartlarının ve sloganlarının, Ankara'yla, merkezi yönetimle uyuşmadığı görülüyordu. Bunların en dikkat çekicilerinden biri "Roj TV kapatılmasın" yazılı pankarttı. Erdoğan'ın, Danimarka'da Roj TV muhabirlerinin bulunduğunu öğrenince gösterdiği tepkiyi onaylamayan bir pankarttı bu...
Şemdinli, Yüksekova ve Hakkâri'deki olaylar ve bu olayları protesto etmek için İstanbul, Adana ve Mersin'de yapılan gösteriler, bölgede çok ciddi bir "yönetim" sorunu olduğunu ortaya koyuyor.
Başbakan'ın bir günlük gezisinde karşılaştığı tablo da farksız değildi.
Başbakan da bunu görmüş olmalı...
Bölgenin yönetiminde merkezi otoritenin çok cılız kaldığı; buna karşılık aynı çizgideki yerel yönetimlerin ve DTP'nin asıl otorite olduğu bir kez daha görüldü.
Erdoğan'ın, Diyarbakır ziyaretindeki, "Kürt sorunu söylemi"nin havada kaldığı da açıkça ortaya çıktı. "Kürt sorunu vardır ve demokrasiyle çözülecektir" yaklaşımının, bölgede yarattığı beklentiyle, Başbakan'ın son dönem söylemi örtüşmüyor. Nitekim, Başbakan'ın ziyaretinde karşılaştığı sloganlardan biri de, "Diyarbakır'ı unutma" biçimindeydi.
Erdoğan'ın, "Kürt sorunu" bağlamında daha önce yaptığı gibi, "Türklüğü üst kimlik olarak zikretmeyip, vatandaşlığın üst kimlik" olduğunu vurgulaması ve "Türk, Kürt, Çerkez, Laz olmanın alt kimlik" niteliğinde görülmesi gerektiğini belirtmesi, destek görmek için yeterli olmadı.

Sorunun boyutu
Son olaylar ve Başbakan'ın gezisinin gösterdiği gerçek şudur:
PKK silahlı mücadeleyi kaybetmiştir, ama siyasi alanda önemli bir mesafe kaydetmiştir. Benzeri çizgiyi izleyen siyasi parti ve diğer kuruluşlar, bölgenin yönetiminde, merkezi idareye göre çok daha etkindir. Bu çizgideki parti ve yerel yöneticiler, Ankara'ya değil, İmralı'daki Abdullah Öcalan'a, Brüksel ve hatta Kuzey Irak'taki Kürt liderlere göre tutum almaktadırlar.
Siyasal kayış bu boyuttadır.      

Asker de ulemaya sormuştu

Asker de ulemaya sormuştu



Başbakan Erdoğan başörtüsü konusunda ulemayı adres gösterdi diye kıyamet kopuyor ya...
Tartışmada can alıcı bir ayrıntı gözden kaçtı:
Ulemadan bu konuda ilk görüş soran, askerdi.
Hem de 12 Eylül döneminde...

'En Atatürkçü bakan'
Askeri yönetim "okullarda kıyafet yönetmeliği" hazırlıyordu.
22 Aralık 1980'de, emekli bir general olan Milli Eğitim Bakanı Hasan Sağlam, Diyanet'in bağlı olduğu Devlet Bakanlığı'na başvurdu:
Bakanlık görüşünün tespiti için imam hatip liselerinde okuyan kız öğrencilerin durumu hakkında mütalaa istedi.
Devlet Bakanlığı'nda, kabinenin "en Atatürkçü bakan"larından Mehmet Özgüneş vardı. Özgüneş, soruyu Diyanet'e iletti.
Diyanet acilen "ulema"yı yani Din İşleri Yüksek Kurulu'nu topladı.
Hamdi Kasaboğlu'nun başkanlığındaki kurul 10 üyeden oluşuyordu:
Recep Akakuş, İbrahim Atay, Dr. Ali Arslan Aydın, Dr. Ahmet Baltacı, Hasan Ege, Kemal Güran, Yakup İskender, Mehmed Kaymakçı, İrfan Yücel...

Zehir zemberek karar
"Ulema", fetva istemi üzerine acilen toplandı.
Tarih 30 Aralık 1980'di.
Yani darbenin üzerinden henüz 3,5 ay geçmişti.
Din İşleri Yüksek Kurulu, 8 maddelik kararında özetle şunu söyledi:
1. Cenab-ı Hak, kadınların başörtülerini, saçlarını, başlarını, kulaklarını, boyun ve gerdanlarını örtecek şekilde yakalarının üzerine salmasını emretmiştir.
2. Anayasa'da din ve vicdan hürriyeti güvenceye alınmıştır.
3. Bu hürriyet dindarlara, dinin emirlerini hiçbir engele rastlamadan serbestçe yerine getirebilme hakkı verir.
4. Kadının örtünmesi İslamın hükmü, milletimizin de örfüdür. Tesettürün kanunla sınırlandırılması Anayasa'ya aykırıdır.
5. Birini örtünmeye zorlamak nasıl kişi hak ve hürriyetiyle bağdaşmazsa örtünmeyi engellemek de hak ve hürriyete müdahaledir.

'Ya Allah ya Atatürk'
6. Örtünme Atatürk ilkelerine aykırı değildir. Devrim kanunlarında da kadın kıyafetiyle ilgili bir hüküm yoktur. Müslümanlar "Ya Allah'ın emri ya Atatürk ilkeleri" gibi vahim bir tercihle karşı karşıya bırakılmamalıdır.
7. İmam hatip liseleri ve Kuran kurslarında kız öğrencilerin başı açık ibadete zorlanmaları onların vicdanına açık bir baskı teşkil eder.
8. Bu baskı devletten geliyorsa devlet - millet ilişkisi olumsuz etkilenir.
Sonuç:
"İmam hatip liseleri yönetmeliğinde dinimizin hükümlerine aykırı hükümler yer alması uygun olmaz".

Üçok'un tepkisi
Bir yıl sonra Milli Güvenlik Konseyi'nin çıkardığı Kılık Kıyafet Yönetmeliği "Bütün öğrencilerin başı açık olacak ve kurum içinde baş örtülmeyecektir" hükmünü getirdi. Ancak "ulema"nın görüşü doğrultusunda imam hatip liselerinde kız öğrencilerin Kuran-ı Kerim derslerinde örtünmelerine izin verildi.
Yönetmeliğin yayımlandığı gün (7.12.1981) Cumhuriyet'te Bahriye Üçok şöyle yazmıştı:
"Milli Eğitim, -hem de 12 Eylül'den sonra- Diyanet'e başvurarak fetva istemiştir. Diyanet'in örtünmenin gerekli ve hatta laikliğin koşulu olduğunu bildirmesi laiklik açısından çok şaşırtıcı olmuştur."
Asker ulemadan fetva isterse, AKP'nin istemesine şaşabilir miyiz?

can.dundar@e-kolay.net

Roj'un yararlarİ

Roj'un yararları



Son günlerde tartışma gündemine giren Roj TV'nin yalnız Kürtler için değil... Türkiye ve ABD için de hayli yararlı bir kuruluş olduğu ortaya çıktı!
Başbakan Erdoğan Kopenhag'da Danimarka Başbakanı'nın önünde Roj TV'ye olan tepkisini ortaya koyarken yurtiçinden hayli alkış aldı...
Amerika aynı şekilde... Danimarka'yı Roj TV konusunda uyarırken aynı ölçüde takdir kazandı...
Böyle şovlar geçmişi unutturur.
Örneğin Başbakan'ın tepkisi (ilaveten AİHM'ye bir de türban tepkisi var) halk arasında alkış alırken bu tepkiyi AB ile müzakerelerde istenen onca tavizi verirken gösterememiş olması unutulmuş olmalıdır. ABD'nin yapay tepkisi de aynı şekilde Kuzey Irak'ta PKK'ya gösterdiği hoşgörüyü uyutturma amacına dönük zekice bir manevradır.
Bu arada bol bol reklamı yapılan Roj TV de bu gelişmelerden memnundur.
Enayi yerine konulmayı hazmedersek bizim de memnun olmamamız için sebep yoktur...,

İngiltere Başbakanı Blair, Erdoğan'ın yeni uçağından almak istemiş, Maliye Bakanı çok pahalı diye isteği reddetmiş.
Normal, devlet dediğin hesapla kitapla yönetilir...
Haldun Ertem

Alkol duyarlığı!..

Başbakan Erdoğan, hafta sonunda Denizli'de alkol yasaklarını desteklemek için yaptığı konuşmada Anayasa'nın 58. maddesini anımsatarak dedi ki:
- Gençliği alkol düşkünlüğünden tutun da uyuşturucuya, kumara karşı korumak gerekir...
Başbakan demeci verirken bir şeyi unutmuş... Ülkemizde kumar devlet eliyle oynatılıyor olup üstelik bunların reklamları da yapılıyor... Gençleri at yarışı, İddaa, Sayısal Loto vb oyunları oynamaya devlet teşvik ediyor... Alkol yasağının sebebi Anayasa değil de dinsel propaganda olmasın!

Milliyet'in pazar günkü manşeti: "Ümraniye Belediyesi'nin hazırladığı çizgi filmde Çanakkale Savaşı'nın ilahi güçlerce kazanıldığı propagandası yapılıyor..."
Okurumuz Bilge Armağan diyor ki: "Atatürk'ün komutanlığını küçültmeye yönelik bu propaganda hep yapılıyor. Komutan farkı önemli değilse... Aynı ordu Çanakkale'den 4 ay önce Sarıkamış'ta neden felakete uğradı...

Şu çılgın kitap

Turgut Özakman'ın "Şu Çılgın Türkler" romanını Karabük'te 22 YTL'ye alıp okuyan Tacettin Korkut, Ankara'ya geldiğinde aynı kitabın korsanının Kızılay'da 5 YTL'ye satıldığını görmüş... Başkentin ortasında korsan yayın şık durmuyor... Fikret Kemal Yıldırım da aynı konudaki notunda diyor ki:
- Kitabın satışı 300 bine ulaştı... Fiyatı biraz düşürseler hem korsan önlenir hem de satış artar...

TIR'latan denetim!

Samsun 19 Mayıs Üniversitesi'deki kadrolaşma ve yolsuzluk iddialarını araştıran TBMM Komisyonu, Başkan Cemal Yılmaz Demir'in imzasıyla, üniversiteden kimi belgelerin fotokopilerini istedi. İstenen belgelerin birkaçını sayalım; son 10 yılda yapılan tüm inşaat ihalelerinin belgeleri... Son 5 yılda yapılan tüm akademik sınavların jüri üyeleriyle sınavlara başvuranların ve kazananların TC. kimlik numaraları da dahil dokümanları... Yıllara göre öğrenci sayıları... Son 5 yıldır üniversitede ders veren hocaların anlattıkları dersler... Kullandıkları izin süreleri... Sağlık, Spor, Kültür Daire Başkanlığı'nın son 5 yıldaki bütün alımları... vs. vs.
Üniversite'deki bir dostumuza bu isteğe ne dediğini soruyoruz. Yanıt:
"Diğer üniversiteler gibi bizim üniversitemiz de her yıl Sayıştay tarafından yerinde denetlenir. Bu denetimi 3 denetçi yapar. Buna rağmen denetim genellikle 4 ay sürer. Komisyon'un istediği belgeler ise 1 yıllık değil, 5 ve 10 yıllık. Denetim Ankara'da yapılacağı için bunların fotokopisinin çekilmesi lazım. Üniversitemizin bütün fotokopi makinelerini bu işe tahsis edildi. Sadece bu fotokopi işinin bize maliyeti 300 milyar lirayı bulacak. Nakli ise ayrı bir dert. İlk posta fotokopileri geçen gün bir kamyonetle gönderdik. Diğerleri için en az bir TIR lazım. Diyelim onu da hallettik. Komisyon bu kadar evrakı nerede saklayacak? Kaç yılda inceleyecek? Tabii ki bu mümkün değil. Amaç eziyet etmek. Ama bu arada olan kaybedilen zamana ve harcanan onca paraya olacak..."
İktidar kimi rektörleri hapse atarak kimilerini de işte böyle yıldırmaya çalışıyor.

Putin Samsun'da

Rusya Devlet Başkanı Putin, 17 Kasım günü Samsun'da "Mavi Akım"ın açılış töreninde araya şöyle bir cümle sıkıştırıyor:
- 19 Mayıs 1919'da Atatürk'ün önderlik ettiği bağımsızlık ve kurtuluş hareketi bu kentte başlamıştı. O yıllarda da Türkiye ile yakın işbirliği içindeydik...
Demek ne kadar unuttursanız birileri yine de soylu geçmişi hatırlıyor!

Sizin oralarda havalar iyi mi?

                               

        22 Kasım 2005
Hiç kimse suç makineleriyle yan yana yaşadığını tahayyül etmiyor..
Akraba çocuklarının, komşu gençlerin arasında ne kadar sabıkalı suçlu bulunduğunu bilen yok..

Yakalanan bir gaspçı, hırsız, ayyaş gencin 250 suç sabıkası varmış.. Yanlış okumadınız, yazıyla; ikiyüz elli suçtan sabıkası olan bir insan, büyük şehirlerin sokaklarında serbestçe dolaşıyor..
Gasp var, adam öldürmek var, yaralamak var, araba çalmak var, haneye tecavüz var; amma suçlu serbest..
Binlerce, belki de yüzbinlerce suçlu aramızda dolaşmaktadır, bizim bilgimiz yoktur..

Polis yakalıyor, mahkeme "tutuksuz yargılanmak" kararı alıyor.. Biz bilmeyiz, amma tutuksuz yargılananlar serbest kaldıklarında suç işlemeyecekler mi?
Türk Ceza Kanunu (TCK), suçluların haklarını düşündüğü kadar mağdur olanların da haklarını düşünse diyorum içimden..
Duyan yok, aldıran yok..

Ta ki, bir cinayet işlenip içeriye atılana kadar, suçlunun suç miktarından muhtemelen yakınları da haberdar değiller..
Cinayet sebebiyle yakalananların suç dökümü yapıldığında dudak uçuklatacak sahneler ortaya çıkıyor..
Hani, kaş yaparken göz çıkarma deyimi var ya, bizde gasp yaparken can çıkarma eylemleri aldı başını gidiyor..
Okuldaki çocuklar, caddede yürüyen hanımlar çetelerin erketesine alınıyorlar, sonra da müsait bulunca haklanıyorlar..
Ne itham edeceğimiz bir kimse, ne de itham etmeye cesaretimiz var.. Bize değmeyen yılan "bin yaşasın" duası etmek âdetimiz oldu..

Hepimize değecek tefessüh çukurunda büyüyen yılanlar..Bize değmeyen Bush ve avanesi bin yaşasın diyebilir miyiz? Bugün başkasını sokacak, yarın bir yakınımızı, daha sonra da sıra bize gelecek.
Ne kadar düşünsem nafile.. Çünkü mevzuatımıza ve uygulanmasına ben akıl erdiremiyorum..

Hafta içinde Hulki Cevizoğlu'nun "Ceviz Kabuğu" programını baştan sona takip eyledim.. Konuğu "Kürd-Der" diye bir derneğin başkanıydı galiba..
Hulki Cevizoğlu haklı olarak soruyor:
"Anayasamızda, yasalarımızda (dernekler yasası) ırk esasına, mezhep esasına dayalı dernek kurmak yasaktır.. Siz nasıl oldu da bu derneği kurdunuz? Kim izin verdi?"
Sözcü cevaplandırıyor:
"Bizim derneğimiz yasaldır.. Valilik izin verdi.. İçişleri Bakanı imzaladı.. Hiçbir noksanımız yoktur.."

Cevizoğlu sıralıyor:
Cumhuriyet, Atatürk, Türk, Kürt benzeri isimlerde dernek kurulamaz diyor.. Ancak Bakanlar Kurulu kararıyla bazı kamu yararına çalışan derneklere izin verilir, hatırlatması yapıyor..
Adamımız Nuh diyor, Peygamber demiyor..

Bence haklıdır..
"Atatürkçü Düşünce Derneği" adı altında faaliyet gösteren bir dernek yok mu ki?
Ve o dernek fasılasız siyaset yapmıyor mu?

"Cumhuriyet Kadınları Derneği" olduğunu ben duyduğuma göre, sayın Cevizoğlu da duymuştur.. Birileri parti adına, birileri gazetelerinin adına yasak isimleri kullanıyorlarsa, bir başkaları da emsal göstererek "Kürd-Der"i de kurar, "Yahudi Der"i de.. İsmi mezheple anılan dernekler vardır.. Eğer bir "Hanefi Müslümanlar Derneği", ya da ehli sünnet mezheplerden birisi olsaydı kesinlikle kapatılırdı.. Fakat bazı dernekler kapatılamaz..
Çünkü izin verenler derin oynayan yetkililerdir..
Eee, daha nasılsınız?

CHP kurultayını takip ettiniz mi? Etmedinizse tek kişilik tiyatroyu kaçırmışsınız..
Sayın Baykal, dikensiz gül bahçesinde öyle bir şakıdı ki, nefesleri kesti.. Kime bağırıyordu, niçin hançeresini yırtıyordu, merak ettim.. Çok fazla bağırırsa muhalefetten iktidara mı geçecek? Ebedî muhalefete hiç iktidar yakışır mı?
Doğaçlama bir komediydi.. Kaçıranlara yazık oldu.. Amma birkaç ay sonra bakarsınız içlerini dökmeye bir kurultay daha düzenlerler..

Havalar gayet müsait..
Dağlar fare doğurmaktan yoruldu
Falcılar kurgu kurmaktan yoruldu
Medya yalan savuruyor durmadan
Çiftçi harman savurmaktan yoruldu

AKP düsmanligi - Dilek Yaras - Internet Haber

 

AKP düşmanlığı


 

     İktidara muhalefet etmek... Yok olmadı...

Daha açık söyleyeyim: AKP düşmanlığı, bazılarının gözünü o kadar kör etmiş ki o demokrat bildiğimiz, fikirlerinin hepsine katılmasak da yazılarını beğeni ve güvenle okuduğumuz yazarlar dahi, neredeyse ‘’derin devlet’’ ten yana görüntü verdiklerinin farkında bile değiller.

Hükümetin istikrarlı bir şekilde ‘’derin devlet’’ in üzerine gideceğini söylemesi, Doğu’daki vatandaşlarımıza bu mesajı vermesi kusur oluverdi birdenbire.

Sanki;

‘’Derin devlet’’ ile mücadele etmek PKK ile mücadele etmeyi engellermiş,
‘’Derin devlet’’ i eleştirmek PKK’yı aklamak olurmuş,
‘’Derin devlet’’ i suçlamak devleti suçlamakmış gibi bir tavır içine giriyorlar.

Sanki;

O bölgelerdeki halkımızı, ‘’devlet’’ maskesi altındaki çetelerden ve üzerlerine sık sık ve ansızın çöken faili meçhul cinayetler karabasanından kurtaracak, devlete güven duymalarını sağlayacak olan en gerçekçi formülün, ‘’esas’’ devletin ‘’derin devlet’’ ile mücadelesi olduğunu bilmezlermiş gibi.

Sanki zamanında kendileri devlet içindeki çetelere karşı en amansız yazıları yazmamışlar gibi.

El insaf !

Derin devlet ile mücadelenin lafta kalmayacağına dair Doğuda’ki halkımızı ikna etmek bölgedeki DEHAP(yeni adıyla DTP) ‘ın gücünü eritir.

Bu görülmüyor mu acaba? Hükümete karşı olmak böyle bir şey mi ki? Yedi düvel öteden görünen bu basit gerçeği bile yok saymak mı?

Oradaki insanlar oylarını DEHAP’a verirlerken Türkiye’yi bölmek maksadıyla mı verdiler sanıyorsunuz?

Hadi canım siz de...

Bugüne kadar devlet tarafından can güvenliği ve temel ihtiyaçları sağlanamamış, ağaların elinde oyuncak olan gariban halk, denize düşen yılana sarılır misali DEHAP’a verdiler oylarını.

DEHAP’a oy verenlerin büyük çoğunluğu Türkiye’yi bölmek istemiyordu. Aynı, AKP’ye oy verenlerin büyük çoğunluğunun şeriatı istemedikleri gibi.

DEHAP, PKK tarafından kullanılıyor mu, kullanılıyorsa ne kadar kullanılıyor?
PKK mı
DEHAP’ı yoktan var etti, yoksa kurulan ve güçlenen bir parti PKK’nın eline mi geçti?
Seçimlerde hile ve seçmen üzerinde baskı var mıydı?


Bunlar ayrıca tartışılacak ve kanıtlarıyla yanıtlanması gereken sorular.

Şu aşamada, aklımızdan çıkarmamamız gereken en önemli şey, her ne olursa olsun, PKK ya da DEHAP adı altında Kürt düşmanlığı yapmamak olmalıdır.

Aynı ‘’derin devlet’’ adı altında devleti yıpratmamak gerektiği gibi.

Umarım, AKP sözünü tutar ve devletin her kademesindeki –kendi bünyesine sızmış olanlar da dahil olmak üzere- çetelerle istikrarlı bir şekilde mücadele eder.

''Derin devlet'' mücadelesi bir ''temiz devlet'' mücadelesidir.

Derin devlet eridikçe PKK ve türevlerinin de eriyeceğine dair hiçbir kuşkum yok benim.

Biz temiz ve demokratik bir devlet istiyoruz. ‘’Derin devlet’’ ile mücadele bu yolda atılan en büyük ve önemli adım olacaktır.

Susurluk olayından sonra yanıp sönen ışıklar bu meseleyi bugün de halledemezlerse parçalanan sadece ampuller olmaz herhalde.

İktidar muhalifi bir yazar olmak ve hep öyle kalmak güzel ve rahat bir şey elbette. Ama, o muhalif yazılar aslında sizin kendi savunduğunuz değerlere muhalefet ediyorsa sizin muhalif  tavrınızda da bir problem var demektir bence.